23.5.11

Bu yazıyı okumayınız, mutlaka yapabileceğiniz daha iyi bir şeyler vardır :)

       Aslında , okuyanların yeni bir bakış açısıyla karşılaşmaları adına farklı konulardaki eleştirilerimi yazmayı düşünüyorum.Fakat bu günkü yazım belki de yazmış olduğum en basit ve saçma yazı olacak.İnsanoğlunun sakınık ve renksiz olmaya mecbur bırakılması hakkında!..Etraflarını saran binlerce sorumluluk ve yaşamak zorunda bırakıldıkları bir hayat sunuluyor herkese.Bunun rahatsızlığı kimsenin umrunda değilmiş gibi düşünsem de, soğuk yağmurlu bir günde otobüste gördüğüm kız çok dikkatimi çekmişti.İğne atsan yere düşmeyecek bunaltıcı otobüste kız sakin sakin biraz da hüzünlü buğulu cama dönüp "kader" yazmıştı.O an bütün insanları aşıp kızla konuşmak istemiştim ama yapmadım.Kim bilir belki bende onun gibi sakınık ve renksizdim.
      Sanırım insanların düştüğü en büyük yanılgı yaşamın değişmez olduğunu sanmaktı.Ve değişime giden yoldan korkmaktı belki var olanı kabul edip rutinleşmek kolay  geliyordu.Kabul etmek gerekir ki yenilenmek ve buna cesaret etmek oldukça zordur."Into the wild " filmindeki Christopher McCandless’ın dalgalı sulara atlayan cesaretine,hayatının iplerini kendi eline almasına özenirim.Şu da varki rutini bozup hayellerinizin peşine düşmeniz her şeyin daha iyi olacağı anlamına gelmez.Ama zaten her gün güneşli geçmez değil mi?İstediğiniz değişime gitmek ve gerçeği bulmaksa şimdi hemen peşinden gitmelisiniz ama unutmayın ki yolun sonunda gerçeğin olmadığıyla da karşılaşabilirsiniz.
      Hayatı karmaşıklaştıran yine insanlardır.Onların koydukları kuralları,mecbur bıraktıkları sakınık ve renksiz hayatları,tüm o hırsları,savaşları,yalanları var eden yine kendileridir.Oysa hayat basit olmalıdır ne yaşanacaksa ne söylenecekse söylenmeli ve yaşanmalıdır.Eğer beklerseniz ve yaşamın elinizden kayıp gitmesine izin verirseniz, pişmanlıklarınızla geri dönüp aradığınızda yıprattığınız dostluklarınızın,boşa geçen zamanınınızın olmadığı gerçeğiyle karşılaşırsınız.
     Size bildiğini sandığı ama kendisinin de hala bulamadığı yolda gitmenizi söyleyen ben,o huzur dolu Serenade(Steve Miller Band) şarkısını dinlerken basit düşler kuran bir insanım.Belki de tüm bu yazdıklarım saçmalık ama bildiğim bişey varsa o da "yaşamaya asla geç kalmamak" gerektiğidir.

22.5.11

"print is not dead"

       Geçenlerde annemin çocukken birikirdiği pul koleksiyonunu bulduk.O kadar farklı çeşit pul vardı ve öyle düzenli muhafaza etmişti ki, ilk kez bu kadar çok pulu bir arada gördüm.Günümüzde pul bir yana mektup bile görmez olduk,e-mailler cep telefonları...Teknoloji eskiden insanları mutlu eden ufacık sevinçleri de kopardı bizden, ayrıca yalnız mektup değil bütün yazılı baskılar da yok olma tehlikesi  altında.Artık gazete ve dergiler internetten okunuyor hatta o sayfalarını çevirerek koklayarak okunan romanlar bile pdf haline getiriliyor.Baskı ölüyor mu gerçekten? Teknolojinin hayatımıza getirdiği kolaylıklar ve kusursuzluğu bizi körleştirdiği için,hayatımızın içindeki ufak sevinçleri yok etmesine izin mi veriyoruz?
    Anthology Magazine tarafından hazırlanan "print is not dead" isimli stop motion baskının ölmediğini söyleyen hoş bir film olmuş ama umarım gerçekten ölmemiştir.Umarım hala dergileri gazeteleri eline alıp okumayı seven birileri vardır.

21.5.11

Pirates Of The Caribbean: On Stranger Tides (2011)

 
   Pirates Of The Caribbean: On Stranger Tides (2011)
      Karayip Korsanları serisinin 4. filmi olan Gizemli Denizler'de kaptan Jack Sparrow kendisini bir anda gençlik pınarını ararken bulur.Angelica (Penelope Cruz), sonradan bulduğu babası karasakalın ölümsüz olması için bir ayin yapmak istemektedir.Ayin için alınması gereken gümüş kadehler ve denizkızı gözyaşıylarıyla macera başlar.Öncelikle bu filmde Orlando Bloom  ve Keira Knightley'in olmayışı eksik hissettiyor yinede Penelope Cruz'un oynamış olması gayet hoş.Birbirinden farklı rollerde izleyici karşısına çıkan Cruz'a angelica rolü de çok yakışmış.Johnny Depp'in oyunculuğuna diyecek bir söz bulamıyorum,makas eller,alis harikalar diyarında..vs. olsun hepsinde yepyeni bir oyuncuyla karşılaşıyoruz sanki.O hep sinemada olsun ve biz hep seyredelim.Serinin sıkı takipçileri daha iyi bilirler ama bu filmin aksiyon ,efekt açısından diğerlerinden pek farkı olmadığını düşünüyorum.Ben denizkızlarının olduğu sahneyi ayrı bir beğendim ,aslında ilk çıkan denizkızını Amanda Seyfried sanmıştım ama değilmiş maalesef.Ayrıca Karayip Korsanları'nın o klasik soundtrackini çok seviyorum.Bu filmden geriye kalan en beğendiğim replik ise "her ruh kurtarılabilir."Sonuç olarak Karayip Korsanları-Gizemli Denizler kesinlikle sinemasever insanlara önerebileceğim bir film oldu.

http://www.dailymotion.com/video/xij6jh_karayip-korsanlary-4-gizemli-denizlerde-turkce-altyazy_shortfilms

19.5.11

sindirella kompleksi'nden...

     "Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Keseli hayvanlar gibi bir başkasının derisinin altında yaşamak isterdim. Emniyette olmayı, bakılıp gözetiliyor olmayı havadan, hatta yaşamdan daha çok isterdim.' Çünkü iş bağımsızlığa gelince, 'gerçekten kendi ayaklarımızın üstünde durduğumuz zaman, kadınlıktan uzaklaşacağımızdan, sevgisiz, sevimsiz, olacağımızdan korkuyoruz. Bağımsız olmak istiyor ama bağımsızlıktan korkuyoruz. Bunun için de başkalarını suçluyoruz. 'Onları' suçlayarak ya da dizimizi döverek özgürleşemeyiz. Bağımsızlık, başkalarının bize bahşedebileceği bir lütuf değildir."