28.9.11

izlenesi kısa filmler..

         Sadece birkaç dakikada hayatınıza yeni bir anlam katabilecek tek şey kısa filmlerdir.Çok abarttığımı düşünebilirsiniz ama bence kısa filmler sanatın en güzel renklerinden birisi.Ülkemizde genelde amatörlerin hatta çoğunlukla öğrencilerin kısa filmlere ilgileniyor olması üzücü.Keşke profesyonel anlamda da ilgilenen daha fazla kişi olsa bu alanda.Çoğu insan,bir deneyim olsun,maliyeti az gibi heveslerle uğraşıyorlar.Yinede harika kısa filmler çıkıyor ortaya.Size birkaç öneri..Sings isimli kısa film duru ve etkileyici birkaç dakika sunuyor.Bir başka kaliteli bulduğum kısa film ise Sonrakini Bekleyeceğim..Bu kısa film 2004'te ödül almış ve güzel bir senaryoya sahip.Oyunculuklar,mekan,çekim teknikleri vs. çok başarılı olmuş.Bir diğer öneri ise Dokuz Eylül öğrencileri tarafından yapılan o hoş ve anlamlı Gülümse (smile)...Bu kısa filmler süresinin ötesinde bir yerdeler.Keyifli seyirler!.. 

                                                                        
SONRAKİNİ BEKLEYECEĞİM: http://www.youtube.com/watch?v=Tm61tXlGblI

      Dipnot: Aslında bu konuda detaylı bilgi edindikten sonra, sadece eğlence amaçlı bir kısa film projesi yapmak güzel olabilir.


16.9.11

...otizm...

 

       Tesadüf eseri rastladığım bu harika video,bana hayatta unuttuğumuz bir şeyler olduğunu hatırlattı.Bende dahil herkes otizmin zihinsel bir engel olduğunu düşünüyoruz fakat öyle değil otizm sadece kişinin belli konularda normalden biraz farklı tepkiler vermesine sebep olan ve beynin gelişimini engeleyen bir rahatsızlık.Biz toplum olarak nedense bu rahatsızlığı olan insanları farklı ya da tuhaf olarak nitelendirip uzak duruyoruz.İnsanları rahatsızlıklarıyla,zayıflıklarıyla ya da farklılıklarıyla etiketleme konusunda çok yetenekliyiz.
       Halbuki videodaki küçük çocuğun da söylediği gibi otizm onların seçimi değil! Unutmayalım bu durumu onlar yaşıyor,belki siz değil.Fakat bir gün sizin veya sevdiklerinizin herhangi bir rahatsızlık yaşamayacağının garantisini kim verebilir?Evet hayat çok güzel gezmek,eğlenmek vs.ama burada bir tek biz yaşamıyoruz ve birileri(hak eden!) sizden destek beklediğinde bunu görmezden gelmemelisiniz.Otizm rahatsızlığı olan yakınımızın,tanıdığımızın olmaması ki benim yok,onları görmezden gelebileceğimiz anlamına gelmez.En azından bu tür konularda daha bilinçli davranmamız gerektiğini düşünüyorum.

11.9.11

Sylvia Plath & Nilgün Marmara

   
Sylvia Plath 

Nilgün Marmara

         Kalıpları çizilmiş ufak hayatlarda yaşamak istememe fikri, ne zaman nereden girebilirdi bir ruha ve kişinin bütün hücrelerini nasıl ele geçirebilirdi bilmiyorum.Hayatın insanları,hayalleri ve idealleri yok edişini düşündüğüm bir an aklıma Sylia Plath ve Nilgün Marmara geldi.Onlar hakkında fazla bilgim olmamasına rağmen her şeyi merak edip araştırma huyum sayesinde bloguma onlar hakkında yazma istedim.
         Yıl 1932..Sylvia Plath kendisini ait hissetmediği dünyaya gelmişti bile.Şair ve yazar olan Sylvia Plath hayat ile ilgili derin felsefelere sahiptir.Tek romanı olan Sırça Fanus'da McCarthy döneminin toplumsal sorunlarının ortasında bir üniversitelinin bunalımlı yaşantısına değinmiştir.Bu yarı otobiyografik romanınından sonra da intihar etmiştir.Detay bilgi ; İhtihardan sonra annesi kitabın yasaklanması için girişimde bulunmuş fakat başarılı olamamış.
         Yıl 1958..Nilgün Marmara ona sorulmadan verilen hayatı kabul edip,dünyaya gelmiştir.O da derin hayat felsefesine sahip olan bir şairdir.Şair, hayatını üniversite döneminde yolları keşişen Sylvia Plath ile birleştirmiş.Nilgün Marmara ingilizce olarak Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümüne sunduğu Sylvia Plath hakkındaki lisans mezuniyet tezinde şöyle demiş; "Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda, şiirlerini ölüm kavramını derinden algılayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam." Üzücü olansa Nilgün Marmara'nın Sylvia Plath gibi hayattan ayrılmayı seçmiş olması.Ece Ayhan'ın bir kitabında yanlış hatırlamıyorsam Nilgün Marmara'nın ölümü hakkında şöyle dediğini okumuştum; "Sebebi dünyanın arka bahçesini görmüş olması.Çünkü..Orayı görürseniz renkler solar." Belki de şimdi renkli dünyasını bulabilmiştir.
          İlginç ve aslında güzel olan şey Sylvia Plath'in Nilgün Marmara'yı etkilemiş olmasıdır.Yani bir insanın hissettiklerinin yaşadıklarının varolmasının bir başka insanı etkilemiş olması büyüleyici!..Nilgün Marmara da belki şu an başka bir insanı etkiliyordur.Belki insanlar onların hayatla verdikleri mücadelenin, hissettikleri acıların anlamlarını anlamaya çalışacak ve o boş anlamsız hayatlarını anlamlandıracaklar.Belki onların acıları başka hayatlara ilham verecek başka dünyalar yaratacak.Sonlarının intihar olması ne kadar üzücü olsada onları yargılamak kimsenin hakkı değildir.Bu sadece kendilerine düşer çünkü her insan kendi sınırlarını çizer.Ben onları çok iyi tanımıyor olsamda bu iki bayana sonsuz teşekkürlerimi sunmak istiyorum.Hayatlarıyla ve yazdıklarıyla bana toplumsal sorunları umursayan hatta bunun için acı çeken insanların olduğunu hatırlatıyorlar.Aslında farklı zamanlarda yaşamış ama hayatları birbirine bağlanmış bu insanlar bana tüm karanlıklara rağmen hayatta ışığın da olduğunu düşündürüyorlar.Onları daha iyi anlayabilmemiz ve hayatı daha derinden anlamlandırabilmemiz dileğiyle...

        Sylvia Plath'den alıntılar;
Dibi biliyorum, diyor,
En kalın köklerimle onu yokluyorum,
Siz ondan korkarsınız,
Ben korkmuyorum, daha önce de dibe vurdum..
                                      Sylvia PLATH-Ariel
        İki kişinin birbirine gitgide daha fazla kapılışını seyretmekte insanın moralini bozan bir şey vardı.Paris'i, kentten hızla uzaklaşan bir ekspresin yük vagonunda seyretmeye benziyordu bu; hani kent her saniye biraz daha küçülür ama insan gerçekte kendisinin küçüldükçe küçüldüğünü, yalnızlaştıkça yalnızlaştığını, bütün ışıklardan ve coşkudan saatte bir milyon mil hızla uzaklaştığını hisseder ya, onun gibi bir şeydi işte.
                                                                               Sylvia PLATH-Sırça Fanus(sy.43)

          Nilgün Marmara'dan;
                                    CANIM SIKINTI SINIRI
      Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.